Ayasofya-

“Mozaiklerin Başkenti Ayasofya”

Hatice KÖSE /  “İnsan Kaynakları Yönetimi” dergisi Eylül 2015 sayısında yayımlanmıştır.

AyasofyaKoşarak gitmek istediğim, dönmeyi ise en çok özlediğim şehir…

Boğazıyla, tarihiyle, sanatıyla ve hikayeleriyle keşfedilmekten hiç yorulmayan İstanbul…

Güzelliklerin, içine çeken tarihin, vazgeçilmez dostlukların, iyiliklerin, iz bırakan anıların, köşeleri törpüleyen tecrübelerin ve içinde insan insanın kurdu olmuş kaosun da var. Lakin İnsan insanın yurdu olması umudu, gayreti, duası içimizde ekili.

Bazen çok uzaklara bakıp kalmaktan yakınımızdakileri göremiyoruz. İstanbul o kadar güzel bir kent ki; geçmişi günümüze bağlayan çok önemli kültür hazinelerine sahip. Bu hazineleri keşfetmek çok uzağınızda değil, hatta yaşadığınız şehirde.

AyasofyaAyasofya…

AyasofyaKaç kez karşısına geçirip kendini izletti hatırlayamıyorum. Öye büyüleyici etkisi var ki içinde neler var merak ettirip lakin kapısından içeri girme fikrini unutturuyordu. Kendine çekerken bir noktaya kadar yaklaştırıp bahçesinden içeri girmeme izin vermemesinin nedeni ne olabilirdi.

Kapılarını artık bana açmasınında bir zamanı varmış heycanıyla makinemi hızlıca alıp çıkıyorum İstanbul’un kısa lakin trafiğinde uzayan yollarında Ayasofya’ya doğru.

Otobüsle gitmeyi tercih ediyorum. Güneşin yüzünü hissedip insanların telaşını izlemek yolu kısaltıyor sanki. Elimde Sebahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” romanı. Fotoğraf makinem yanımdayken okuyamacağımı bile bile yanımdan ayıramadığım ve hikayenin sürecini yaşayarak okuduğum nadir kitaplardan oldu. Gözlerimde romanın içinden kelimelerin yansıması, “Raif efendi, her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarını zorla zabt ederek geziniyor; rastgele gözüne çarpmış gibi önünde durduğu ‘Kürk Mantolu Madonna’yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordu.” Hikayenin beni etkileyen ortak noktası tutkuydu. Ve ben bir tabloya değil… Tarihin oluşturduğu muhteşem gerçek yapıya… Hayranlıkla dakikalarca karşısında farklı mevsimlerde seyretmekten yorulmamıştım.

Tutku öyle güçlü bir dalgaki…

Mantığın yazdığı sayfalar dolusu akıllı kelimeleri paramparça edip…

Anlamsız bırakıp yoluna devam edebiliyor…

Ayasofya MüzesiBüyük kapı

Müze kartımı okutarak bahçesinden içeri giriyorum. Bahçesinde her açıdan baktığımda farklı dış yüzlerinin olduğunu gösteriyor.

Gezginlerini açık büyük kapılarından içeri çağırıyor. Suda bir damla olup akıyorum tarihin büyüsüne, sanki geçmişte dolaştığımı hissettiriyor. Çekip alıyor içine, her noktasını görmeden kendisini terketmene izin vermiyor. Ayasofya’nın ziyaretçileri her renkten insan, gökkuşağının altından geçtiğimi hissediyorum.

Herşeye rağmen ayakta dimdik duran mozaiklerin başkenti Ayasofya’nın ilk inşaatından itibaren yakılması, yıkılması ve bugüne kadar gelen sürece baktığımızda tarih üzerine tarih kurulmuş. Ayasofya’nın geçmişine ilgili kaynaklardan araştırdığımızda, günümüze gelen yapının üçüncü kez inşaa edildiğini görüyoruz.

AyasofyaAyasofya mozaik

İlk Ayasofya inşaatı Roma imparatoru (Bizans’ın ilk imparatoru I. Constantinus) Büyük Konstantin tarafından başlattırılmış. 337 ile 361 yılları arasında tahtta olan Büyük Konstantin’in oğlu Constantius II tarafından tamamlanmış ve Ayasofya kilisesinin açılışı 15 Şubat 360’ta Constantius II tarafından gerçekleştirilmiş. İlk kilisenin isyanlar sırasında yakılıp yıkılmasından sonra, imparator II. Theodosius bugünkü Ayasofya’nın bulunduğu yere ikinci bir kilisenin inşa edilmesi emrini vermiş ve İkinci Ayasofya’nın açılışı onun zamanında, 10 Ekim 415’te gerçekleşmiş. Mimar Rufinos tarafından inşa edilen bu İkinci Ayasofya da yine bazilika planlı, ahşap çatılı ve beş nefliymiş. İkinci Ayasofya’nın 381’de İkinci Ekümenik Konsil olan Birinci İstanbul Konsili’ne Aya İrini ile birlikte evsahipliği yaptığı sanılmakta. Bu yapı 13-14 Ocak 532’de Nika ayaklanması sırasında yakılıp yıkılmış.

İkinci Ayasofya’nın 23 Şubat 532’de yıkımından birkaç gün sonra Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından, MS 532 – 537 yılları arasında İstanbul’un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine  (bazilika planlı bir patrik katedrali) inşa ettirilmiş. 1453 yılında ise İstanbul’un Osmanlı tarafından alınmasından sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüş. 1935 yılından beri müze olarak hizmet veriyor. Ayasofya, mimari bakımdan, bazilika planı ile merkezî planı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınıyor.

Tarihin satırlarından sıyrılıp; hiç bir tarihi eser bana, farklı renklerden hikayelerin birikmiş büyüklüğünü böyle derin göstermiyor ve sarılıyorum deklanşöre…

MozaiklerBergama’dan getirilen küplerden            Sultan Mahfili            Kabeyi temsil eden kırık fayanslar büyük olanı

Müzenin içinde Bergama’dan getirilen küplerden olan ve mermerinin hemen yanında kendi eviymiş gibi sahiplenen ve gelen ziyaretçilerden hiç rahatsız olmayan uykusunu bile bölmeyen sosyal bir kedi takılıyor kareme.

Üst kata çıkmak için rampaya doğru sağa döndüğümde başımın üstünden kuşlar havalanıyor. Tarihten kalma ölümsüz kuşlar ve kediler olabilir mi:)

Üst kata alt kattaki iç narteksin batı ucunda yer alan bir kapıdan geçilerek, irili ufaklı taşlarla “arnavut kaldırımı” tarzında döşenmiş bir rampadan çıkıyorum. Sarmal bir biçimdeki rampa 7 halka yaparak üst kata ulaşıyorum. Bu rampa imparatoriçenin tahtıyla sarsılmadan taşınmasına merdiven basamaklarına kıyasla büyük bir kolaylık sağlamaktaymış. Rampa duvarlarında yer yer eski tuğla kemerler görülüyor. Bizans döneminde de Osmanlı döneminde de üst kat daima kadınlara ayrılımış. Üst katta da alt katta olduğu gibi, güney (sağda) ve kuzey nefleri bulunur.

Cennet ve cehennem kapısıyla ilgili tarih kitaplarına göz attığımızda; üzerlerindeki anahtar kabartmalarından dolayı “cennet ve cehennem kapısı” olarak adlandırılan, vaktiyle bir kapı içerdiği sanılan, duvarlara sabitlenmiş iki mermer blok görülüryor. Bu bloklar üzerinde yaşam ağacı, balık gibi semboller içeren küçükkabartmalar bulunuyor. Kilise temsilcileri synod adı verilen toplantıların yapılacağı odaya gitmek üzere bu kapıdan geçerlermiş.

Fotoğraf makinamda sayısız muhteşem karelerle müzeden dışarı çıktığımda güneşle birlikte yağmur taneleri beni bekliyor. Yeni bir yer keşfetmenin keyfi ve başka görülecek bir yerin planını yapma heycanıyla ayrılıyorum tarihten.

Ayasofya’ya henüz gidemeyenler için, buradan satırlarla ve güzel karelerle iyi gezmeler diliyorum.

Ayasofya

 

Bir Cevap Yazın