Yedi Göller

Huzurun ve ihtişamın dünyaya açılan kapısı Yedigöller

Hatice KÖSE / “İnsan Kaynakları Yönetimi” Dergisi, Ocak 2016 sayısında yayımlanmıştır.”

Neden yazıyorum?

Söylemektense, hep yazmak istedim ana dili yazmak olan başka ne ister ki. Güzel gezilerden, güzel kitaplardan, güzel filmlerden, güzel tiyatro oyunlarından, güzel sergilerden, güzel fuarlardan yani güzelliklerden bahsederek gönüller arası köprüler kurabiliriz.

Seminerde hoca soruyor. Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Bence, hayat ne yalnızca kitaplarda ne de yalnızca gezilerde. İkisini dengeli yapabilmek için imkânlarımız doğrultusunda mümkün kılmada. İnsanın işi öğrenmektir, bilmektir, yani bilgiye yolculuk araçları değişebilir lakin ömür boyu bazen yolcu bazen de yol olarak seyahat sürer gider.

Merakınız doğrultusunda kitap, doğa, tarih ve şehir gezilerini ruhu dinlendiren, yenileyen, motive eden, ilham veren ve iyileştiren bir etkinlik olarak görüyorum. Kitapta diyorum çünkü okumak, çok okumak lazım. Etkilendiğim ve sevdiğim yazarlardan zaman zaman bahsetmeden geçemiyorum. Elif Şafak’ın bir yazısında, İngiltere’de Liverpool Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya dikkat çekiyor. “Deneklere Shakespeare, T.S. Eliot ve edebiyat tarihinin klasikleşmiş nice yazar ve şairlerinden metinler veriliyor. Onlar bu dizeleri okurken beyinlerinin nasıl çalıştığı görüntüleniyor. Bulgular düşündürücü. Zira roman veya şiir okurken beyin, gündelik hayatta kullanmadığı bölgelerini harekete geçiriyor, kapasitesini artırıyor. Üstelik, okuduğumuz metin bizi ne kadar zorluyorsa beynimiz bundan o kadar besleniyor!” Roman ve şiir okuyanlar genelde okuduklarının etkisinde kalıp empati duygularını geliştirmiş insanlar oluyor.  Empati yani kendini bir başkasının yerine koyma.

Yedigöller’le ilgili belgesellerden, kitaplardan ve farklı kaynaklardan bilgi almıştım lakin artık bilgiyi yaşama ve içinde olma anı gelmişti. Empatiyi yerinde dokunarak yaşama zamanı ertelenemezdi. Bu hafta bir ışık yandı ve Yedigöller yolcuğu başladı.

Uzaklardan gelen, yeşil boncuklu otantik saatimin gözleriyle Güneş doğmadan güne uyandım. İstanbul’un geceyi terk edip sabahla buluşma anı öyle masum ki. Yolların ıssızlığında gidilecek mesafeler de kısalıyor. Yolculuğun başlayacağı noktaya zamanından önce varıyorum. Otobüsün önden ikinci sıradaki boş koltuğuna yerleşip aracın bir an önce hareket etmesini bekliyorum. Yoldayız nihayet, Anadolu yakasına geçtiğimizde otobüs duruyor ve diğer yolcuları da alıyor. Yanımda boş olan koltuğa genç bir kadın “günaydın” diyor ve oturur oturmaz sosyal medya sayfalarını açıyor. Yüzündeki makyaj ve ayağındaki ayakkabılarla doğaya misafir olmak için fazla süslü olduğunu düşünüyorum. Benim ise aklımda bir gün önce Taksim küçük sahnesinde izlediğim “Sevgili hayat” tiyatro oyunundan, Elen’in sözleri, ne güzel özetlemişti “Her şey arkandan geliyorken sen nereye gidiyorsun.” Gidilmeye değer bir oyundu. Tiyatro öyle bir şey ki kendine doğru koşturan ve çeken bir tutku. Sahnenin önünde olmak, oyunun başından sonuna kadar hayatı insana unutturuyor. Hikayenin içinde gerçeklerden sıyrılıp hakikatten daha hakikatli gelen oyun içinde hikayenin gökkuşağı renklerinden biri oluveriyorsunuz. Sonun başladığı yerde ise bir okadar da tüm hayatı sorgulatabiliyor.

Kalanı yol beklemez. Arkamdan gelen düşüncelerle yol devam ediyordu. Kocaeli Tütün Çiftliği’nde deniz sağ tarafımda kalıyor. Denizin yüzünde ve dalgalı mimiklerinde Güneşin ruhu yansıyor. Yansıyan ışık sıcaklığıyla, gönüllü olarak doğrudan gözlerimden kalbime akıyor.

Paşa Köyü’nü geçiyoruz ve Yedigöller Milli Parkı tabelası görünüyor. Doğa bütün güzelliğiyle görsel şölen sunuyor. İnsanı buraya çeken cazibesi var, renk cümbüşü var, derinliği, sakinliği var. Şehrin keşmekeşinden uzaklaşıp insanların doğanın içinde terapi olma özelliği var.

Gerçeği sevenler için, Yedigöller, Bolu iline bağlı ve kapladığı alan ise 2.019 hektar. Volkanik depremler ve sonucunda oluşan heyelanlar vadiyi tıkayarak gölleri oluşturmuş. İki büyük heyelan olduğu kabul ediliyor. Bitkilerin ve hayvanların zarar görmemesi için 1965 yılında Milli Park ilan edilmiş.Trekking yapmak isteyenler için farklı arazi şekilleri, şelaleleri, yürüyüş yolları mevcut ve fotoğraf çeken meraklılar için eşsiz güzelliklere sahip olan, kuzeyden güneye doğru  sıralanmış 7 adet dünya harikası gölden oluşuyor. Heyelanın oluşturduğu bu göller:  Sazlıgöl, İncegöl, Nazlıgöl, Deringöl, Büyükgöl, Kurugöl ve Seringöl’dür. Efsaneleri sevenler için ise eskiden buraya yerleşen yedi çiftin aşk hikayesini taşıdığı söyleniyor.

Göller dörtlü ve üçlü iki gruptan oluşuyor. Dağın üst kısmında 4 göl ve hemen alt yamaçta ise 3 göl var. Bu göllerin ilki Sazlıgöl. Gölün etrafındaki sazlıkları görünce buraya neden Sazlıgöl denildiğini anlıyorum. Her bir göle yapısına göre isim verilmiş. Dip kaçağı ile Sazlıgöl’e bağlı olan İncegöl’e baktığımda bunu daha iyi anlıyorum. İnce uzun bir yapıya sahip olan göl Sazlıgöl’den besleniyor. Zaman tüm göllere aynı davranmamış. İncegöl’den biraz aşağı indiğimde Kurugöl’ü buluyorum. Doğanın şartlarına dayanamayıp suyu tükenmiş ve buradaki göllerin en üzgünü. Tüm nezaketiyle süzülen Nazlıgöl ise adını naif yapısından almış. Gördüğümde derin bir sükunet yarattı. Nazlıgöl’e geldiğinizde onu tahta köprüden izlemeden ayrılmayın. Parkın üstünde 4 gölü gezdikten sonra yaklaşık 1 kilo metre aşağı indiğinizde doğa 3 harikasını çıkarıyor karşınıza. Büyükgöl parktaki en büyük yüz ölçümüne sahip. Burası bir çok balık çeşidine ev sahipliği yapıyor. Büyükgöl’le yan yana olan Deringöl de parkın yüz ölçümlerine göre en büyüklerinden. Derinliği 20 metre olduğu biliniyor ve alabalık açısından oldukça zengin. Yedinci harikası olan Seringöl de her mevsim su sıcaklığının düşük olmasından dolayı bu adı aldığı söyleniyor. Bu 7 harikaya günü birlik doyamayanlar çadırlarını alarak burada birkaç gün misafir oluyorlar.

Zamanın yüküne dayanamayan ağaçlar doğduğu toprağa yere seriliyor. Milli Park olması sebebiyle kimse dokunamıyor onlara. Yerde yatan ağaçlar gelen misafirlere doğanın dengesini ve doğada hiçbir şeyin kaybolmadığını başka bir şeye mesken olduğunu anlatıyor. Bu orman bir çok hayvanında evi lakin gezi esnasında hiçbir hayvanla karşılaşmıyorum çünkü onlar insanlarla yaşamaya henüz alışık olmadıklarını düşünüyorum. Ormanın üst kısımlarında ve göl kenarlarından uzakta misafirleri rahatsız etmek istemeyen ev sahipleri gibiler.

yıkılanağacYedigöller’in çevresi kayın, meşe, gürgen, kızılağaç, dişbudak, karaağaç, ıhlamur gibi geniş yapraklı ağaçlarla ve karaçam, sarıçam, köknar gibi iğne yapraklı ağaçlarla kaplı. Yedigöller de hakim olan kayın ağacı. Ormanda ağaçların yapraklarına sonbaharın renkleri düşmüş. Yeşiliyle sarısıyla renk cümbüşü sonbaharın izlerini kış ayına taşıyor. Özellikle bahar günlerinde yeşilin her rengine ve sarıdan kızıl tonlara kadar her türlü renge bürünen kayınlar ve diğer geniş yapraklı ağaçlar seyrine doyum olmayan görüntüleri özellikle biz fotoğraf meraklıları için güzel kareler sunuyor.

Araç tepeden aşağı doğru inerken ağaçların dallarını yukardan ve daha yakından görme imkanım oluyor. Ağaçlarda olan püsküller oksijen oranını gösteriyor. Alplerde evler bunlara bakılarak yapılıyormuş. Dünyada oksijeni en temiz ve fazla olan ormanların ilki Alpler ikincisi ise Kaz Dağları’nda. Yedigöller’den sonra gelecek aylarda rotamızı Kaz Dağları’na çevireceğimiz görünüyor.

Doğanın sihrini taşıyan ve bizim için gece gündüz fabrika gibi çalışan her ağaçta başka bir hikayenin izlerini bulabileceğimiz bir kütüphane. Pisagor ağacı ormanın derinliklerinde saklanan ve insanların gördüğünde ancak anladığı bu parkın gizli hazinelerinden. Dünyada eşine çok nadir rastlanan, yan yana büyüyen ağaçların bir süre sonra birleşmesiyle oluşan ağaç Pisagor üçgeni şeklini almış. Ağacın etrafında dolaşırken verdiği pozlarla bana, Sezen Aksu’nun “Kurşuni renkler” şarkısını da söylüyor.

“Yok olmaz erken daha,
Biraz geç kalın ne olur,
Hiç hazır değilim henüz,
Ne olur baharlarımı bırakın bir süre daha,
Tanıdık değil bana güz.”

Yaşamın hareketi dolduruyor yolları, güneş batıyor yeniden doğmak için ve yürekte durmuyor şiirim taşıyor beyaz sayfaya…

Hayat

İnsan “anladıkça” yol alıyor…
Bilgiye, aydınlığa, değişime, olgunluğa ve aşka…
Anladıkça görüyor ki evvel yolcuyken, şimdi yol olmuş…
anladım…
anladım…
anladım ey hayat.

Yedigöller’e şimdiye kadar gidemeyenler için doğa hayranı olan gözlerimdeki fotoğraflarla ve hislerin kelimelere dökülen hikâyesiyle anlattırıyor kendini. Elbette bilgiyi yaşamak lazım. Dilerim bu cennetten güzelliğe yolunuz düşer.

 

 

 

 

Bir Cevap Yazın